mikrofiber bez bayiliği
bujiteri bayilik
dastini bebe market bayiliği

Kaliteli Düşünmek

Haber Anasayfa > Köşe Yazıları

Mehmet Yanık'ın kalite ile ilgili yazı dizisinin son makalesini beğeninize sunuyoruz.

Kalite”yi Düşünmek

 

Başkalarında olan yetenek ve beceriye, biz şans diyoruz” Michael Audirat

Çoğumuz daha önce “düşünme” üzerine düşünmedik. Ve çoğu kez “düşünme” ile “düş kurmayı” birbirine karıştırdık. Oysa düşünme de okuma, yazma gibi öğrenilmesi, pratik kazanılması gereken beceri. Ve ezberler arasında dolaşmayla karıştırılır. Düşünmek spor yapma gibi enerji harcatır. “Zihnin kendi üzerine dönerek bağımsız ve kendine has bir şekilde karşılaştırmalar yapma, ayırma, birleştirme, bağlantıları ve biçimleri kavrama işidir” (lugatim.com) tanımından anlaşılacağı üzere inceleyip, bağlantı kurma ile sonuca varma hedefi bulunuyor.

Kalite; yemeğin lezzeti, çayın demi, sohbetin koyuluğu, aşkın derinliği, arkadaşlığın vazgeçilmezliği, işimizin / sanatımızın mükemmelliği, kazancımızın boyutu ile yakından ilgilidir. Belki üzerine en çok konuşulması ve özümsenmesi gereken konuların başında kalite yer alabilir.

Kalite’nin Bileşenleri

- Üstün niteliklere sahip olma hali. “Nitelik” benzerlerinden ayran özelliği, vasfı, keyfiyeti bulunan manasına geliyor ve sayısal karşılığı bulunmuyor. İş kurmak ve marka olmak istiyorsak, bizi benzerlerimizden gece ile gündüz gibi ayıran en az bir niteliğimiz olmalı. Günümüz tatlıcılarında subye ile sütlü tatlı yapan kalmadı denecek kadar az. Meşakkatli bir yöntemdir. Şekerlemelerinde toz şeker, glikoz şurubu yerine pekmez kullananda yok, Belki sizler duymuşununuzdur; tatile giderken bir kahve içtik, İstanbul’un en lüks restoranında / kahve mekânındaki lezzetle aynı lezzette.

Denmiyor çünkü lüks restoran ve kafe ürün lezzeti için değil, ortamın verdiği statü için tercih ediliyor. Anlatmak istediğim adı geçen yerlerdeki ürünler kalitesiz demek değil, sosyal statünün baskın halde işlenmesi ve müşterinin üründen ziyade ortama yoğunlaşması. Media’da yayınlanan gezi programı ve yazılarında “aile bu mekân 3 kuşaktır hizmet veriyor, 55 yıllık mekânda Ali Usta hizmet veriyor” bilgisi paylaşılıyor ancak herhangi bir ürün öne çıkarılıp, “tarifi sır gibi saklanıyor, bu lezzeti başka yerde bulmanız çok zor” yorumu yapılmıyor. Hakkını vermek gerek, bir kişi vardı, ortamdan ziyade ürün ve kaliteye odaklanan… Bu konuda mahkemeye dava açılmıştı.

Rahmetli annemin kış için tarhana çorbası malzemesi karmasını, turşu kurmasını, meyve balı hazırlamasını hatırlıyorum. Boylu tarhana malzemesini büyük tencereye koyar 7 gün taşırırdı. O lezzeti şuana kadar hiçbir lokantada tadamadım; hani o çorba ölüme şifa deseler, doğru diyebilirim.

Şahsi tecrübemi paylaşıyorum, gittiğim restoran, lokanta, kafe, pastahanelerde hizmet veren garson ve şeflerin “ben hizmette iddialıyım, ben servis işini çık iyi bilirim; hatta yer yer yemek kültüründen en iyi kendisinin anladığını iddia eden garsonların aşçı, şef hatta gurmeleri küçümsediğini, yalnız Türkiye değil neredeyse dünyadaki aşçılara kafa tuttuklarını” görmekten ve dinlemekten yoruldum. TV kanallarında kendisine mikrofon uzatılan “rağbetin kendisine değil de, bedava yemeğe olduğunun” ne kadar farkındalar?

Ülke nüfusumuzun çok büyük oranı Kulaksız esnaf lokantasındaki garsonla, Swiss Otel, Çırağan Sarayı Otel’indeki garson arasındaki farkı bilmiyor. Çayı dökmeden, tabağındaki şekerleri ıslatmadan taşıyan herkes kendini garson zannediyor. Geçmişte garson olmak zordu, önce yardımcı komi, sonra dökomi, sonra şef komi olup salonda garsonlara yardım edecektiniz. Şimdi bardaktaki çayı tabağa dökmeden taşıyan kendine garson diyor.

İşinizde feriştah olsanız da anlam, değer, mükemmellik entelektüellikten geçiyor. Sosyoloji ve psikoloji hamuru mayalıyor.

Bir şeylerin değişmesi için, önce kendimizin değişmesi gerektiğini kabul edelim. Çok iyi olduğumuzu düşünüyorsak bulunduğumuz yere bakalım, o doğruyu söyler. Dünya literatüründe İngiliz uşak, Fransız mürebbiye, Alman öğretmenlerin tahtı sarılmış değil.

Üstün olduğunu siz iddia edersiniz de kim, niçin kabul eder, niye etsin?

- Kişide, yerde ve üründe yüksek düzeyde anlam, değer ve mükemmeliyet. İstanbul Şairi nitelemesi yapılır rahmetli Yahya Kemal için; oysa İstanbul için şiir yazan tek şair değildir. Ancak diğer şairlerinde gönlünde, Yahya Kemal’in kalbi kadar yer kaplamamış. Okuduğunuz paragrafa edebiyattan örnekle başladım. Çünkü edebin bittiği yerde edebiyat bitiyor. Yahya Kemal şiirlerinde edebe son derece riayet etmiş. Klasik Türk Müziği (Türk Sanat Müziği) ile adlandırılan sanat dalına büyük üstadlarından merhum Mesut Cemil “Türk Musikisi değil İstanbul Musikisidir. İmparatorluk (!) döneminde İstanbul ve çevresinde yetişenler tarafından geliştirilmiştir” tespitini yapıyor. Yıllardır her bayram namazında, Ramazan-ı şerifte sık sık okunan teşrik tekbirinin bu hali Dede Efendi tarafından bestelenmiştir.

İstanbul’u dünyanın saygın kültürel değerleri arasına yazdıran, yalnız coğrafi konumu değil taklit edilemez, yalnız bazı insanların değil bir ülkenin tarihine, devletine etki eden, taklit edilemeyen, dünya kültürlerince benimsenen, mükemmellik ihtiva eden değerlerden yalnızca biridir musiki… Ve İstanbul kesinlikle marka şehirdir.

Bizde kısıtlı olsa da dünyada gurme turizmi yapılıyor. Özel turlar düzenleniyor. Bu kişiler hamburger, pizza, lazanya, gravyer peyniri yemeye gelmiyorlar. Yüksek anlamı olan, mükemmeliyetçi lezzetler arıyorlar. Türk Mutfağı “fenn-i tebahatıyla” bu konuda yüksek anlamı ile önde geliyor.

Fıkra bu ya, Şanlı Urfa’ya düşmanlar yaklaşıyormuş, şehir merkezine gelip haber vermişler; kimse de tık yok, herkes rahatında. Kısa bir süre sonra bir haberci daha gelmiş “düşmanlar biber tarlalarını talan ediyor, ezip geçiyor” diye. Urfalılar ayağı fırlamış “hadin gardaşlar namus elden gidiyor” demişler.

 

Esaslı karakter sahibi, Kendine has bir doğası olma durumu. Kendine has karakter, doğası olma durumu sağlam ve derin geçmiş ile yakından bağlantılı. Bazı mekânlarda Türk Kahvesi servisi bakır cezvelerle, bakırdan imal eşyalarla servis edilir. Hiç kimse bunun Afrika’dan ithal olduğunu iddia edemez. Bakır işçiliği özbeöz Anadolu kültür ve ustalığıdır.

Yoğurt, kebap, ayran ve daha birçok ürün özbeöz Anadolu’ya aittir. Tüm dünya da bu isimlerle anılır. Yazıyı hazırlarken Beyoğlu İnci’nin profiterolü, Mado’nun hurmalı dondurması, Hatay’da rast gele dükkânda yediğim künefe, G. Antep’te rast gele dükkânda yediğim havuç dilim ve baklava (ki her ikisinin de üzerinden 8 yıl geçti), Şırnak’ta yediğim ciğer kebabının tadlarını hatırlıyorum.

Osmanlı, Selçuklu Mimarisi, Türk misafirperverliği, Hafız Osman hattı, Ahilik Kültürü, Türk hamamı,

Kapasite sahibi, rol model olma ve standart belirleme konumunda olma durumu.

Bu kişiler Prof. Dr. Aziz Sancar Beyefendi (Allah uzun ömür versin) çoğu zaman elle tutulup gözle görülmez; hazinelerin derine gömülmesi derinlerde olurlar. Havai fişek gibi bir da şahane bir görüntü bir süre sonra yok olmazlar. Eserleri ortadadır. Yüksek inanç, ihtiras, marifet ve gayretleri olur. Herkesin “bitti bırakıyorum, dediği yerde onlar yeniden başlarlar.” Hollywood “gel bize gerilim filmi senaryosu yaz seni servet sahibi yapalım” önerisini elinin tersi ile iter.

Popülerlikten uzaktırlar. Aziz Beyin adını Nobel ödülü alana kadar kaç kişi biliyor, tanıyordu! Rahmetli Sebahattin Zaim Hocayı, üretim/bandını hemen tüm fabrikalar bir şekilde kullanır, kimin bulduğunu bilmezler. Merhum Sabancı, Koç eserleri halen yaşıyor ülke ekonomisinde kurucuların isimlerini hatırlayan kaç kişi.

Geçmişte bir yerde bir çocuk dünyaya gelir anne babası adını Sina koyarlar. Çocuk eğitim çağına geldiğinde yakındaki mektebe gider ama pek başarılı değildir. Öğrenme güçlüğü çeker. Ancak eğitimde kararlı ve hırslıdır. Geçte olsa yavaş yavaş okumaya devam eder. O döneme göre yükseköğretime devam etmek ister ailesinin maddi durumu yeterli olmadığı gibi, Sina’nın öğrenme güçlüğü aşikârdır. Ancak şartları zorlar ve Sinayı medreseye gönderirler. Uzun yıllar geçer Sina’nın arkadaşları 2 üst sınıfa geçerken O birinci sınıf derslerini bitiremez. Hocaları bırakmasını tavsiye ederler.

Gün gelir Sina’da kendinden ümidi keser, hocasına bıraktığını söyler çıkınını toplayıp evinin yoluna düşer. Namaz vakti yaklaşır, bir camiye gelir abdest almak için camii şadırvanına girer. Şadırvanın ortasındaki havuz dikkatini çeker, yaklaşır; havuzun ortasından boru yukarı yükseliyor ve üzerinde bir top suyun hareketi ile aşağı yukarı hareket ediyor. Suda oynayan topa bağlı 5 ip aşağı doğru sarkıyor ve mermer bilezikteki delikten geçiyor. İplerin ucunda küçük toplar bağlı aşağı yukarı onlarda hareket ediyor. Manzara Sina’nın hoşuna gidiyor… Yakından görmek için yaklaştığında, iplerin pamuktan yapıldığını ve mermer bilezikte içinden geçtiği deliği aşındırdığını fark ediyor. “Pamuk gibi yumuşak bir madde, mermer gibi sert bir maddeyi aşındırıyor” dedi kendi kendine. Bu nasıl olur? Azim ile olabilir, ip aşağı yukarı harekete bıkmadan devam ediyordu, istikrarlı bir şekilde! “Benim aklım bu pamuk ipliğinden daha mı kuvvetsiz, ya da kafam mermerden daha mı kalın?” diyerek okula geri dönüyor.

Azim, sebat ve irade ile o Sina yıllar sonra İbnî Sina oluyor ve tıbbın unutulmaz alimlerinden oluyor. İşte anlatmak istediğim tam da budur. Arife tarif gerekmez.

Sosyal statü vaadi, benzerlerinden ayıran nitelikler. Doğruluğunu bilmiyorum, yirmili yaşlarımda okumuştum, dünyada en ünlü ve kaliteli otomobil firmalarının yetkilileri bir araya gelmişler; Ferrari, Porsche, BMW, Bugatti, Roys Rolce, Ford ve benzeri tüm firmalar temsilci göndermiş. Toplantı odasında Mercedes Firmasının temsilcisi “bu toplantı gereksiz, en iyi marka zaten seçilmiş durumda” deyip tüm temsilcileri odanın camından dışarı bakmaya çağırmış. “Hepiniz farklı firmaları temsil ediyorsunuz ama kullandığınız araba Mercedes” demiş.

Bedri Rahmi Eyüboğlu şiirinde “Türküler, Türkülerimiz / Ana sütü gibi candan, ana sütü gibi temiz” dizelerini yazıyor. Arife tarif gerekmez!

Çünkü hiçbir Türkü’de “Allah belanı versin, lanet olsun (Allah’ın rahmetinden, af ve mağfiretinden, merhametinden uzak olsun), geber inşallah, senden adam olmaz…” ve benzeri beddua, insan haysiyet ve şerefini yerden yere vuran, küfür ve sövme içeren sözler yer almaz. Yüzyıllardır icra edilir, bugüne hareket içeren, insana sarf etmeye yakışmayan söz telaffuz edildiği vâki değil. Sözleri ana sütü gibi içten gelir, hayra yorulur.

Azgın bir köpekte hayranlık uyandırır; insanın değeri azgınlığından, seviyesizliğinden, sansasyonelliğinden değil bilakis hissi boyutu, duygusallığının yüksek seviyesinden gelir.

"Öğrenmek akıntıya karşı yüzmek gibidir; ilerleyemediğiniz takdirde gerilersiniz." Çin Atasözü

Yapay zeka ve robotik teknoloji üzerine engin bilgiye sahip uzman (!) önde gelen ekonomi kanallarından birinde konuşuyor “yapay zeka ve robotik teknolojide insan biyolojisi son derece geri kaldı” sözlerini sarf ediyor. Nisan 2018’in ilk haftalarında tüm haber ve TV kanallarında insan vücudunda 81. Organın bulunduğu haberi yayınlandı. Yukarıda parantez içinde ünlemi o nedenle koydum. Bilgiden önce alimin de kalitelisine ihtiyacımız büyük. İstediğin kadar bir taşı sula, taşlar büyümez, TEHANU.

 

Kalitenin yolu kendimizi tanıma, faaliyet alanımızda adı yazılan ilk beş kişiyi biyografisi ile tanıyıp, mümkünse el sıkışmalım, seminerlerini, yazılarını takip edelim. Hedefimiz kendimize yeterli olma değil, önce standardı ve zamanı yakalayıp, zamanın ilerisine geçip özgün eserler ortaya koyabilmek olmalı. İnsan, kendilerindeki eksik parçayı bulduğunda âşık olur. Birçok aşçıda şahit oldum ki, yemeğin hazırlanma aşamasında elleri ve burunları ile lezzetine bakıyorlar, kontrol ediyorlar. Dillerini dokundurmadan gözleri ile neyin eksik olduğunu söylüyorlar.

Saygılarımla,

 

Mehmet Yanık

mehmetyanik@hotmail.com

© Bu yazı iskuruyorum.com için yazılmıştır. Kısmi alıntı kaynak gösterilerek yapılabilir. Komple alıntı için yazılı izin alınması gerekmektedir.

 

 

--

 

teknolog